Online tedavi ve çevrimici terapi ile psikolojik destek almanın faydalarını keşfedin. Danışmanlık psikolojisi ve psikiyatri…

Susmanın Yankısı: İletişim Terapisi ve Ruhun Aynası Olarak Söz
İletişim terapisi, bireylerin ve ilişkilerin sağlıklı iletişim kurma becerilerini geliştirerek duygusal bağları güçlendirmeyi amaçlayan bir terapi türüdür.
Bir odada oturuyorsunuz. Karşınızda biri var. Gözleri sizde, elleri dizlerinde. Sessiz. Siz de öyle. Aslında ne çok şey geçiyor içinizden. Birkaç saniyeye sığan onlarca düşünce, kalbinizde ağır ağır yankılanan bir duygu. Konuşsanız… Ama nasıl? Ne diyeceksiniz? Ya anlaşılmazsa, ya yargılanırsanız?
İşte iletişim dediğimiz şey, çoğu zaman kelimelerin değil, kaygıların çatıştığı bir savaş alanı gibi gelir bize. Psikolojide iletişim yalnızca bir beceri değil, aynı zamanda geçmişimizden gelen bir mirastır. Kimimiz duygularını açıkça ifade edebilmeyi öğrenmişizdir; kimimiz ise büyürken “sessiz kal, geçer” sözüyle büyütülmüşüzdür. Ve yıllar sonra terapi odasında, ilk kez biri gözlerimizin içine bakıp da “Söylemek istediğin ne var?” dediğinde, sustuğumuz bütün o anlar yavaş yavaş yüzeye çıkar.
İletişim terapisi, tam da bu kırılma noktasından başlar. Danışanın dili çözülmeden önce, içindeki kilitleri yavaşça açmak gerekir. Terapist burada yalnızca bir dinleyici değil, aynı zamanda bir tanık, bir eşlikçi, zaman zaman bir aynadır. Çünkü bazı kelimeler insanın içinden kendiliğinden çıkmaz; bazen biri elimizi tutmalı, “Buradayım, söyleyebilirsin,” demelidir.
İletişim terapisi, yalnızca çiftler arasında ya da aile bireyleriyle sınırlandırılacak bir alan değildir. Bireysel terapilerde dahi, kişinin kendisiyle iletişimi temel meseledir. Danışan, çoğu zaman başkalarıyla yaşadığı problemleri anlatırken, aslında kendiyle konuşamamanın, kendi iç dünyasını anlayamamanın izlerini getirir seansa. “Neden öfkelendiğimi bilmiyorum.” “O an susmasaydım ne olacaktı?” “Bunu söylemeye hakkım var mıydı?” gibi cümleler, kişinin içsel çatışmalarının göstergeleridir. Bu noktada iletişim terapisi, hem içsel hem de kişilerarası dünyaları birbirine bağlayan bir köprü olur.
İletişimin psikolojik boyutu düşündüğümüzden çok daha derin. Bir bireyin kurduğu her cümle, geçmişten bugüne taşıdığı duyguların, değerlerin, korkuların bir izini taşır. “Beni dinlemiyorlar” diyen bir danışan, belki yıllarca görülmemiş bir çocuğun yankısını taşıyordur. “Kendimi anlatamıyorum” diyen biri, belki de duygularının utançla bastırıldığı bir ortamda büyümüştür. Bu yüzden iletişim bozuklukları yalnızca dilsel değil, aynı zamanda duygusal ve varoluşsaldır. Kimi zaman danışan kelimeyi bilir ama sözcüğü kullanamaz. Kimi zaman cümle kurar ama duyguyu bulamaz.
Terapist olarak bizler, yalnızca anlatılan hikâyeye değil, anlatılamayanlara da kulak veririz. Danışanın sesindeki titreme, gözlerindeki kaçış, cümlelerdeki boşluklar… Bazen bir duraksama, saatler süren konuşmalardan daha fazla şey anlatır. Yalom’un da dediği gibi, terapi bir diyalog değil, bir varoluş biçimidir. Karşılıklı açıklık, dürüstlük ve duygusal temas, iyileştirici olanın ta kendisidir.
İletişim terapisi aynı zamanda “ilişkisel cesareti” geliştirmeyi hedefler. Yani kişi, kırılganlığını saklamadan, anlaşılmama riskini göze alarak kendini ortaya koyabilir mi? Bu, terapinin en değerli kazanımlarından biridir. Çünkü insanlar çoğu zaman anlaşılamamaktan değil, anlaşılmaya çalışılmamaktan kırılır. Ve iyileşme, çoğu zaman “Beni gerçekten dinledi” duygusuyla başlar.
Bazı seansların sonunda danışanlar şöyle der: “Sadece konuştum ama bir şey oldu, içim hafifledi.” Çünkü içimizde tuttuğumuz şey yalnızca kelimeler değil, kelimelere dökülmemiş duygulardır. Ve iletişim, onları yüzeye çıkaran bir mercek gibidir.
Bu yüzden, terapide öğrenilen iletişim biçimi, zamanla dış dünyaya da taşar. Danışan, önce terapistle açık konuşur, sonra partneriyle, sonra ailesiyle… En nihayetinde kendisiyle. İletişim böylece bir beceriden öte, bir varoluş haline dönüşür.
Belki de bu yüzden iletişim, psikolojinin kalbindeki en insani uğraşlardan biridir. Suskunluklarımız, yaralarımızla sarılır. Ve bir gün gelir, en derin korkularımıza bile şöyle diyebiliriz: “Ben artık konuşabiliyorum. Çünkü önce kendimi duydum.”