Skip to content
psikoloji saati - Şizofreni

Şizofreni Kliniğinde Geçirdiğim Zamanın Ardından İzlenimlerim

Şizofreni kliniğinde geçirdiğim zamanın ardından yazdığım ufak deneme… İyi okumalar 🙂 

Zihinsel sağlık ve zihinsel hastalık arasındaki sınırları nereye çizeceğimi uzun uzun düşündüm. Benim için tamamen yeni insanlarla dolu bu kliniğe girişimi bu sorumun cevabını araştırmak için bir fırsat olarak gördüm.

Öncelikle, katılımcıların bana yönelik dikkatli ve doğrudan göz temaslarının anlamını kavramaya çalıştım. Bu bakışlarda zihinsel hastalığa dair bariz işaretler göremedim. İnsan duygularından ve kaygılarından doğan, gözlerinden yansıyan o ışık, bende de yankılandı. Bilinmezliğin temel korkusu… Hepimiz aynı denizde kendi gemilerimizi yönlendiriyoruz ve bazılarımız, kimi zaman, fırtınanın etkisini daha güçlü hissediyor. Belki çocuklukta yelkenleri yırtıldığı için, belki de gemilerinin gövdesinde bir delik olduğu için. Geçmişimize dalarak bu çalkantılı sulardan habersiz kalmaya çalışma eğilimimizin nedenini anlamak mümkün.

Polonya’da şizofreniyle mücadele eden bu bireylerle olan karşılaşmalarımı henüz derinleştirebilmiş değilim. Bunun hem zaman kısıtlamalarından hem de dil engelinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Zihinsel Hastalık Nedir?

Zihinsel hastalık ve zihinsel sağlığı iki ayrı kategori olarak görmekte zorlanıyorum. Hayatın değiştirilemez sert gerçekleriyle yüzleşmek ya da onlarla başa çıkamayıp gerçeklik algısını uç noktalara taşıyarak yaşamın yükünü hafifletmeye çalışmak… Belki de şizofreninin nihai noktası budur. Bilmiyorum. Bu insanların geçmişlerini bilmiyorum ama klinikte uygulanan pratiklerin onları gündelik yaşamın sıradan görevlerine bağlamayı amaçladığını görebiliyorum. Günlerini anlatmak, sanatla uğraşmak, yemek yapmak, temizlik yapmak, yemek yemek… Ve tüm bunları birlikte yapmak.

Onların gözlerinden akan anlamı şöyle yorumluyorum: “Beni nasıl görüyorsun?”, “Bana zarar verir misin?”, “Beni yargılıyor musun?”, “Beni seviyor musun?” ve en önemlisi “Sevilebilir miyim?”… Bana inceleyici gözlerle baktıklarında fark ettim ki, ben de aynı soruları soruyorum. İşte bu sorular beni bir klinik psikoloğa dönüştürdü.

Bir insan ne kadar hassassa, zihinsel hastalık geliştirmeye de o kadar açık hale geliyor. Hayatın kendisine dokunan ve canını acıtan yönleriyle yüzleşmek yerine, bunları kendi içinde yeniden düzenleyip bu düzenlemenin gerçekliğine inanmayı daha önemli görüyor.

Sınırlar

Merkezde günlerimizi, seçim özgürlüğünün getirdiği kaygıyı hissetmemizi engelleyen ve sınırların varlığını hatırlatan kurallar çerçevesinde geçiriyoruz. Birbirimize nasıl hitap ettiğimiz, görevlerimizi nasıl yerine getirdiğimiz, ne zaman tamamladığımız… Her şey kurallarla belirlenmiş durumda. Bu kuralların iyileştirici gücünün, neşeli ve keyifli bir şekilde uygulanmasından geldiğine inanıyorum. Bir diğer iyileştirici unsur da herkesin aynı kurallara uymaktan hoşlanması. Bu sayede herkes sabah 9’dan öğle yemeğinin sonuna kadar uzanan bir rutin oluşturmuş durumda.

Zihinsel Sağlık / Hastalık

Bir psikolog olarak, insanların şaşırabileceği bir gerçeği dürüstçe söylemek istiyorum: Zihinsel hastalık ile zihinsel sağlık arasında net bir çizgi yok. Bu iki olgu aynı yerde bulunuyor, iç içe geçmiş hâlde yaşıyorlar.

Biz, büyük yuvarlak bir tepsiye dökülmüş misketler gibiyiz. Tepsinin merkezi, gerçekliğin tam farkındalığı ve bu farkındalıkla yaşama gücü olarak görülebilir. Eğer buraya merkez dersek, şizofreni tepsinin kenarlarında yaşayan insanların durumuna benzetilebilir. Kliniklerde yapılan şey ise, yuvarlanan misketleri gözle görülür bir alanda merkeze daha yakın bir yere toplamak. Hepimiz aynı tepsideyiz. Tepsinin bir köşesinden diğerine yuvarlanırken, birbirimizi görmek bizi iyi hissettiriyor. Bu, çok insanca bir şey.

Görevler

Klinikte herkesin bir görevi var. Basit bir kapıyı açma eyleminin bile katılımcılara bir işe yarama hissi verdiğini gözlemledim. Sonra kendi görevlerime baktım. Kapı açmaktan daha karmaşık olsalar da temelde bana da aynı duyguyu verdiklerini fark ettim. Aslında bu görevler, katılımcıları aktif ve vazgeçilmez birer topluluk üyesine dönüştürüyor. İşte bu aidiyet hissinde iyileştirici bir güç var.

Tutarlılık

Bence bir diğer iyileştirici unsur ise tutarlılık… Katılımcıların bazı günlerde kendilerini iyi hissetmediklerine tanık oldum. Belki o gece iyi uyuyamadılar, belki de kaygıları farklı sebeplerle yükseldi. Bazen zihinsel dünyalarına öyle derin dalıyorlar ki, oradan çıkmakta zorlanıyorlar. İşte burada kliniğin varlığının, her gün orada olmasının ve güvenilir olmasının iyileştirici gücü devreye giriyor.

Bugün ya da yarın fark etmez… Her gün atılan bir adım, küçük de olsa bir ilerleme demek. O uzatılmış el her zaman orada. Şizofreni hastaları ne zaman tutacaklarına kendileri karar verebilir. Çünkü iyileşme bir anda gerçekleşen bir şey değil; süreç sonunda gelen bir iyi hissetme hâlidir.

Back To Top